Gazeteport köşe yazarlarından Zafer Arapkirli, Atatürk Havalimanı'nda yaşanan rötarların sebebinin THY'nin düzensiz büyümesi olduğunu iddia ederek, çarpıcı bir köşe yazısı kaleme aldı. İşte Arapkirli'nin o köşe yazısı...
Kapımızın önünden aracımıza binip trafiğe çıktığımızda, duraktan otobüse, minibüse, metrobüse, tramvaya bindiğimizde, vapurla deniz aşarken, uçakla bir yerden bir yere “gitmeye çalıştığımızda”…
Hep şikayet, hep şikayet, hep şikayet ederiz.
Ve iddia ile söylüyorum: pek çok konudan farklı olarak, sıradan vatandaşın en haklı olduğu ve yönetimlerle ilgili “çemkirmeye” en fazla hakkı bulunan konu budur.
Çemkirmekte haklıyız, çünkü ulaştırma politikalarının bizdeki kadar plansız ve rotasız olduğu, faturanın da vatandaşa ödetildiği bir başka ülke ender bulunur.
Yönetimler ise, gerek yerel gerekse merkezi anlamda bu konuya, yani insanları bir yerden bir yere hızlı, verimli, temiz ve ucuz biçimde “ulaştırmaya” kafa yoracaklarına, yıllardır onyıllardır bahane ve mazeret üretmekten öteye gitmezler.
Zaman zaman bu konuda yazıyoruz ama, son THY tartışması münasebeti ile, adeta “kalemimiz/klavyemiz kaşınır” oldu.
Buna, bir yandan “Bana değil ona sor…” aymazlığı içindeki şirket yöneticileri, bir yandan da “Ama, adamların hakkını yemeyelim… Onlar ne yapsın?” cıvıklığına saplanmış “hanutçu-yağdanlık medya” mecbur bıraktı bizi..
Belki bin kere, bin beşyüz kere söyledik. Bu işin bir matematiği, hem de öyle master, doktora, profesörlük düzeyine bile çıkmayı gerektirmeyecek bir matematiği var.
Ana okulu seviyesindeki çocuk bile bilir bunu:
Yol ne kadarsa, o yolda rahat bir seyir yani trafik hızının sağlanabilmesi için belli bir sayıda araç makuldür. Fazlası sıkıntı, daha fazlası kriz, daha da fazlası kaos yaratır.
Şu anda değil, bundan en az 5 yıl öncesinden başlayarak bu işler “kaos” sınırlarını aşmıştır.
THY Genel Müdürlüğü, bir yandan yurt içi hatlarda özel havayolları ile rekabet edebilmek adına, bir yandan da yurtdışında “Global seviyede” bir oyuncu olmak adına, büyük hamleler yapmaktadır. Ama, maalesef boyunu aşan denizlere açılmakta ve boğulma riskini alarak uçak, sefer ve yolcu sayılarını arttırmaktadır.
Bileti şakır şakır satarken ve dolarları, euroları, TL’leri kasalara doldururken iyidir.
Ama, trafik, yer hizmetleri, iniş kalkış matematiği yeterli olmadığından, sürekli bir rötar sarmalına girip zarar edince, hesapsız kitapsız yatırımın bedeli bir şekilde ödenmektedir.
Sonra da, dönüp bugün “Lodos”u, yarın “iş adamlarının özel jetlerini”, bir başka gün “Devlet Hava Meydanlari İşletmesi - DHMİ”yi, yer hizmeti veren kurumları suçlamak kolaydır.
Hiç kimse büyürken birbirine sormazsa, devlet ilgili kurumları (bu arada THY’yi) masaya çağırıp, “Bir dakika kardeşim, ne yapıyorsunuz? Alan mı var ki, uçak sayısını ve yolcu-kargo seferlerini artırıyorsun?” diye sormamaktadır.
Üstelik, devletin de gerek deniz gerek hava gerekse kara ve demiryolu taşımacılığı konusunda koordineli bir projeksiyonu planı olmadığı her halinde bellidir.
Sonuçta, edilen zarar bu ülkenin yitirilen hasılası anlamına gelmekte ve plansızlığın faturasını yine bir yerden bir yere “ulaşamayan” vatandaş ödemektedir.. Doğrudan ya da dolaylı olarak…
Hanutçu basın da, zaten “avantadan lavanta” seyahat çarkının içinde business class keyfini çıkarırken, bu şaklabanlığa alkış tutarak milletin gerçekleri görmesine engel olmaktadır.
Çünkü kaos, onların umurunda değildir. Onlar özlemle ve iştahla “yeni açılacak hat ilan edilse de, dünyanın egzotik ikramlı başka köşelerinde de ağırlansak” diye aportta beklemektedir.
Yapılacak şey bellidir. Bu işi iyi yapan ülkeler nasıl çözdüyse onlar gibi yapılmalıdır.
Altyapı belli bir seviyeye ulaşana kadar “ayağına göre yorgan” (alan kapasitesine göre sefer ve uçak sayısı) politikası uygulanmalı. İnsanlar bir yerden bir yere ille de uçakla gitmek zorunda bırakılmamalı, örneğin gerek THY’nin gerekse başka özel havayollarının İstanbul’dan Bursa-Eskişehir-Çanakkale vs gibi hatlara ille de “hava seferi başlattık” saçmalığına kalkışmadan önce, Ankara-İzmir-Erzurum-Diyarbakır-Malatya-Antalya vs gibi çok işleyen hatlara konsantre olunmalıdır.
Sabiha Gökçen ve Çorlu’nun daha verimli kullanımı için oturup çareler aranmalıdır.
Özel uçak alımı ve işletmesi belli sınırlara tabi olmalı, “teşebbüs ve seyahat hürriyeti” adı altında kaosa benzin dökülmemelidir.
“Global havayolu” olacağım diye, pisti olmayan, kulesi olmayan, elemanı olmayan havalimanlarına gökyüzünden çakıl taşı yağar gibi uçak indirip kaldırma abukluğundan vazgeçilmelidir.
En önemlisi de, Ulaştırma Bakanlığı’nın ve genel müdürlüklerin şikayet yeri olmadığı, çözüm bulma, kurumları kafaya kafaya verip çözüm arayışına zorlama makamı olduğu da hatırlanmalıdır.
Şikayet , ağlama ve çemkirme , vatandaşa has meşguliyetlerdir, yönetenlere değil..
Yorumlar Tüm Yorumlar (19)