Pandemi dolayısıyla havayolu şirketleri altı aydan bu yana kısıtlı şekilde operasyonlarını yürütüyor. Bu süreçte, operasyonlarına kısmi olarak devam eden havayolları da oldu, tamamen durduranlar da...
Global havacılık sektörünü yüzde 90 oranında hareketsiz hale getiren pandeminin ilk başladığı dönemlerde, havayolu şirketlerinin kendi başına bu krizle baş edemeyeceği ve mutlaka devlet desteği verilmesi gerektiği konusunda ortak bir görüş hakimdi.
Geçen süre içerisinde dünyada birçok havayolu şirketi doğrudan finansal yardım dahil olmak üzere banka kredileri ve vergi muafiyetleri ile pandemide ayakta kalma savaşı verdi ve pandemi sona ermediği için halen de veriyor.
Yakın geçmişte birçok havayolu şirketinin krizi tek başına aşma noktasında yetersiz kalacağı ortaya çıkınca, onlar da ilk olarak devletin kapısını çalmak zorunda kaldılar.
Örneğin, Fransız Air Afrance'a 7 milyar euro, Hollandalı KLM'e 10 milyar euro,
Alman Lufthansa'ya 9 milyar euro,
Emirates'e, Aeroflot'a 1 milyar dolar doğrudan devlet desteği verildi.
Bildiğim kadarıyla Avrupa'da ölçek bakımından yukarıda saydıklarıma yakın havayolu şirketleri arasında British Airways ve Türk Hava Yolları, devlet desteği almadan ayakta kalma savaşı veren iki şirketti.
British Airways'in nakit desteği almaması sonrası 12 bin kişiyi işten çıkarması beklenirken Türk Hava Yolları, hem doğrudan devlet desteği almıyor hem de işten çıkarma konusunda Ankara'nın 'kesin talimatı'na uymak zorunda kalıyor.
Para ver...
Para yok...
O halde işçi çıkaracağım...
Aman kimse işten çıkmasın, siyasi olarak zora gireriz...
Hem karnım doysun hem pastam dursun...
Türkiye'de sadece Türk Hava Yolları'na değil, hiçbir şirkete doğrudan devlet desteği verilmedi...
Uçuşların neredeyse sıfırlandığı dönemde KDV oranının yüzde 1'e düşürülmesi dışında, vergi indirim desteği de verilmedi.
Havacılık işletmelerinin banka kredisi kullanabilmesi için doğrudan bir destek de olmadı.
Bu şartlarda Türkiye'deki havayolu şirketlerinin böylesine ağır bir krizin içinden çıkarak ayakta kalabilmesi tam olarak mucize olur.
Özellikle son yıllarda Türk sivil havacılığının geldiği nokta siyasi propaganda aracı olarak sık sık kullanılırken ve bu anlamda tabiri caizse “ sektörün kaymağı yenirken” şimdi havacılık sektörüne sırt çevirmek ve kendi başlarının çaresine bakmalarını beklemek ne kadar doğru?
Sanıyorum ki yaz sezonu boyunca operasyonlarını ya kısıtlı gerçekleştiren ya da hiç gerçekleştiremeyen havayolları için bu sonbahar ve kış ayları son derece kritik olacak. Şu dönemde palyatif çözümlerle baskılanan havayolları ve irili ufaklı havacılık şirketleri yakın gelecekte havlu atarsa, buralarda çalışan binlerce çalışan da maalesef işsiz kalacak.
Bu bir kehanet değil. Bu aslında malumun ilamı... Çünkü sektör, uçuşların olmadığı veya çok az olduğu bir süreçten geçerek karanlığa doğru sürükleniyor. Sektördeki oyuncuların global kriz ortamında hamle şansları yok. Kriz her yerde...Sadece beklemek ve olan biteni izlemekten başka ellerinden bir şey de gelmiyor. Bu işletmelerin ayakta kalabilmeleri için ise artık kısa çalışma ödeneğinden daha fazlası gerekiyor. Ama ne hikmetse, bir yıl öncesine kadar, “ Şu kadar yolcu uçtu, şu kadar uçağımız oldu, şu kadar havaalanı açtık” diyerek havacılığı siyasi malzeme yapanlar, bugün havacılığın yükselen çığlığına kulaklarını tıkamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Yapraklarını yerken kıtır kıtır, sapına gelince meee!
Unutmamak lazım ki, Türkiye'de sivil havacılık denildiğinde akla ilk olarak THY ve İstanbul Havalimanı geliyor olsa da ve onlar diğerlerinden öncelikli sayılsa da, bu ülkeye katma değer getiren ötekileştirilen o şirketleri görmemek, yok saymak, Türk sivil havacılığının 20 yıllık yükselişinin ilk krizde yerle bir edilmesi ve sistemin topyekün çökmesi anlamına gelir.
Umarım ilgili kişiler sektörün çığlığını duyar ve sektörün ayakta kalabilmesi adına kararlı adımların atılmasına ön ayak olurlar. Aksi takdirde kısa vadede Türkiye'de bırakın üç buçuk havayolunu bir buçuk havayolu bile kalmaz!
Facebook Yorum