08 Haziran 2020, Pazartesi
Servet BAŞOL
Servet BAŞOL [email protected]

Konstantinopol ve 40 para…

Toplumlar bilgisizlik yüzünden yok olurlar.

Cumhuriyet öncesi Konstantiniyye’de tramvay taşımacılık hakkını Belçikalı bir şirket elinde tutuyordu. Cumhuriyet ilan edildiğinde artık özgür bir ülkedeydik ve ülkemizde iş yapan bütün o yabancı firmalarla Cumhuriyet Türkiye’si bir kez daha masaya oturdu.

Denildi ki ; “Artık o dönem bitti, artık karşınızda özgür ve bağımsız bir ülke var. Yeni yapılacak şartnamelere benim de koyacaklarım var, benim de dediklerim olacak. Sadece sizin dedikleriniz değil! Bizim de artık haklarımız var. Türkiye Cumhuriyeti ile yeniden anlaşmak isteyen, şartlarımızı kabul edecek, etmeyenler bu masadan çekip gidecek!”

Ardından İstanbul’da tramvay taşımacılık hakkını elinde bulunduran Belçikalı şirketin önüne şartlar konuluyor. Şirket konulan tüm şartları kayıtsız, şartsız kabul ediyor. Bu şartların içinde yer alan maddelerden birisi de; tramvaya binen yolculardan öğrenci kimliğini gösterenlerin tam bilet ücreti değil yarım bilet ücreti ödeyeceğidir.

Belçikalı şirket bu şartı da kabul ediyor.

İstanbul’da tramvaya binen öğrenciler artık kimliklerini göstermeye başlıyorlar.

Fakat kraldan daha çok kralcı olan bir biletçi bir gün nedense; “Ben öğrenci kimliği, emir filan anlamam. Herkes aynı ücreti ödeyecek. Tam para ödeyecek!” diye direterek öğrencilerden tam bilet ücreti almaya çalışıyor.

Bir öğrenci; “Hayır diyor, hayır… Siz kendinizi nerede sanıyorsunuz. Burası Türkiye Cumhuriyeti, bizim de haklarımız var. İmzaladığınız o anlaşmaya göre bu kimliği gösterdiğim için tam ücretin yarısı kadar ücret ödemeliyim” diye biletçiyle münakaşa ediyor.

O yıllarda tam bilet seksen para, öğrenciler için ise yarım bilet parası yani kırk para…

İşte kırk paralık adam lafı da tam oradan geliyor…

Hani böyle insanları aşağılamak için söylenir ya oysa kırk paralık adam öğrenci demektir.

Okuyan, aydınlanan insan, hele ki bu 40 para hakkı için Cumhuriyetin kazanımlarını geri çevirmeyen, savunan insan demektir “Genç”.

Münakaşanın ardından büyük olaylar yaşanıyor tramvayda. Belçikalı şirket, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne geliyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Sansaryan Handa’dır o yıllarda. (Cumhuriyet’ten önce Sansaryan Han, işgal kuvvetlerinin ana kumanda binasıydı, Sirkeci’de)

Belçikalı şirket diyor ki; “Bu öğrenci milleti, tramvaylarda sorun çıkartıyor, kavga çıkartıyor, anarşist bunlar… Her tramvaya birer memur koyun.” Ve ne gariptir, ne acıdır ki Belçikalı şirketin bu isteği kabul ediliyor ve her tramvaya birer sivil polis memuru konuluyor.

Ama öğrenciler haklarını savunmakta kararlı. Tarih 15 Kasım 1924. İstanbul’daki bütün öğrenciler şu kararı alıyorlar; o gün, tüm öğrenciler duraklardan tramvaya binecek ve biletçiye kırk para uzatacak. Eylem bu… Bu kadar, başka da ne olabilir ki zaten…

Cumhuriyetimizi, geleceğimizi emanet ettiğimiz, hele ki okuyan üniversite öğrencisinin eylemi başka ne olabilir ki?

15 Kasım 1924, İstanbul’un tüm tramvay duraklarında öğrenciler tramvaylara biniyor. Harbiye tramvay durağında tramvaya binen örgenciler, biletçiye kırk’ar para uzatıyorlar. Biletçi kabul etmiyor, bir itiş kakış oluyor ama öğrenciler kararlı…

“Hayır! Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir artık. Benim hakkım bu, bunu kabul edeceksin.”

İtiş kakış derken vatman tramvayı durduruyor. Tam da durdukları yerde tesadüfen! bir tamir işi vardır ve Belçikalı şirketin sahibi ve yetkilileri de orada tamir işçilerinin başında durmaktadır.

Öğrenciler tramvaydan aşağı indiriliyor ve o işçilerle şirket yöneticileri tarafından dövülmeye başlanıyorlar. Üstelik bunla kalsa iyi… Kalabalığın içinden iki el silah sesi geliyor…

Herkes kaçışıyor ve 40 paranın neden olduğu ilk öğrenci eyleminden geriye, yerde kanlar içinde yatan iki öğrenci ile eli silahlı bir polis kalıyor.

Bugün toplu taşımalarda öğrenci kimliğinizi gösterip indirimli ücreti ödüyorsunuz ya; Cumhuriyet O’dur işte… (O polis hariç.!)

Ama bunu bugüne kadar kaç öğrenci biliyor ki ?

Kaçınız bundan haberdarsınız?

Ertesi gün İstanbul’daki tüm üniversite öğrencileri ayaklanmıştı.

Belçika şirketinin Beyoğlu’ndaki Metro han’da bulunan merkezini basıp her şeyi talan ettiler.

Şirket yetkilileri canlarını zor kurtarıp Sirkeci’de bulunan Sansaryan han’daki İstanbul Emniyet Müdürlüğüne sığındı. Polisin ve şirket yetkililerinin tüm girişimlerine ve sözlerine rağmen olaylar 3-4 gün yatışmadı. Sonunda 21 Kasım 1924’te, Konstantinopol şirketi pes etti.

Artık öğrenciler her yerde tramvaya 40 paraya binecekti…

Bu, Cumhuriyetin ilk toplu öğrenci eylemiydi ve başarıyla sonuçlanmıştı..

İki öğrenciyi yaralayan polis memuru Hüseyin Efendi ise, “Silahım kendiliğinden ateş aldı” deyince, hapisten kurtuldu ama meslekten men edildi.

Bugün öğrenciler toplu ulaşım aracına yarım biletle biniyorsa, bu 1924 yılındaki o “40 Paralık adamlar” sayesindedir. (40 para eşittir 1 kuruş.)

Eskilerin öğrencilere “40 paralık adamlar” demesinin nedeni de budur. Şimdi 40 paralık adam diye birileri aşağılanıyor ise nedeni bazı gerçekleri, yani kendi tarihini bilmediği içindir.

İmparator Vespasian tarafından ilk olarak Byzantium diye adlandırılmıştı. Byzantion MS 196’da Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından yayınlanan “Roma Bağımsızlık Bildirgesi” ile bu büyük imparatorluğa dahil edilir. MS 11 Mayıs 330 tarihinde de Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olarak ilan edilir. Yarım asırdan biraz uzun bir süre sonra ise Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olacaktır.

İmparator Büyük Konstantin, yeni başkenti Nova Roma’nın imarı ile bizzat kendisi ilgilenmiştir. Antik Roma gibi 7 tepe üzerine kurulu Yeni Roma (Nova Roma) ya, Konstantin’e olan sevgilerinden ötürü şehre, adına ithafen Konstantinopolis (Konstantin Şehri) diyeceklerdir.

134 sene Bizans olarak bilinen bu şehir, 1600 sene boyunca Konstatinapolis olarak anılır.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u aldığında 1123 senedir oraya Konstantinapolis denmekteydi. Bu fetih çağları değiştirirken şehrin adının değiştirilmesine gerek duyulmamış olması ilginçtir.

Osmanlı Hanedanlığı zamanında Osmanlı başkenti Konstantinopolis, önce 13 Kasım 1918, sonra da 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez işgal edildi. İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü.

Kurtuluş Savaşı komutanlarından Şükrü Naili Paşa (Şükrü Naili Gökberk) komutasındaki 3. Kolordu, 6 Ekim 1923'te Konstantinopolis'e girdi ve işgal resmen sonlandı.

Zaten Konstantinopolis'in kurtarılmasından yaklaşık üç hafta sonra Cumhuriyet ilan edilmiş, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.

Çökmüş bir imparatorluktan yepyeni bir devlet kurmak kolay değildi.

Gerekli devrimler yapılıp, ulusal ve birleştirici bilinç yer edip, eğitim, sağlık ve ekonomi seferberliği ile ülke belini doğrultup başını kaldırınca garip bir şeyi fark etti.

1600 senedir bu şehre Konstantinopolis denmekteydi.

Konstantinopolis fethedileli 477 sene olmuş ama adı değiştirilmemişti.

3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şehrinde bulunan Uluslararası Posta Birliği’ne bir mektup yazarak bundan sonra “Constantinople” yerine “İstanbul” adının kullanılmasını ve 28 Mart 1930 tarihinden sonra yurt dışından gelecek mektuplarda şehrin adı olarak “Konstantiniyye” yazılması durumunda mektupların iade edileceğini resmen bildirdi.

Dip Not: Türkiye 01 Temmuz 1875 tarihinden beri, sonradan adını UPU (Universal Postal Union) olarak değiştirecek olan GPU Uluslar arası Genel Posta Birliği üyesidir.

Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’un son fethinden sonra şehrin adını değiştirmekte hiç tereddüt etmemiştir. Böylece adı “Konstantiniyye” olan şehir için Atatürk, İstanbul adının kullanılmasını gerçekleştirmiştir.

Yani “İstanbul’un Fethi” şimdilerde kulağa hoş gelmektedir ama Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önceki 477 sene boyunca bu “Konstantinopolis’nin Fethi” idi.

1600 senedir kullanılan dünyanın en önemli isimlerinden birini öyle kolay değiştiremezsiniz insanların aklında. Şehirler, birikimleri temsil eder ve bu birikimler korunmalıdırlar.

"İstanbul (Konstantinopolis değil)" plağı, ilk olarak Kanadalı grup The Four Lads tarafından 12 Ağustos 1953'te kaydedildi. "İstanbul (Konstantinopolis Değil)", Jimmy Kennedy'nin sözleri ve Nat Simon'un müzikleriyle 1953 swing tarzında bestelenmiş bir şarkı. Sözler komik bir biçimde İstanbul'un resmen yeniden adlandırdığı 1930 senesine atıfta bulunuyor.

https://www.youtube.com/watch?v=Wcze7EGorOk

- Hiç bitmeyecek mi senin bu okuman?

• Bitmeyecek.

- Hiç mi?

• Hiç.

- Niyetin kâtip olmak mı yani?

• Hayır.

- Ya?

• İnsan olmak..

Orhan Kemal

Havacılık konusunda yeni bir şey yokken, biz de bu arayı okuyarak geçirelim istedim.

Korkmayın, okuyun. Ne bulursanız okuyun.

Karşıt fikirlere açık olmayanların okuduklarından hayır gelmez.

Kırk para bile onlardan değerlidir.!

www.servetbasol.com

Konstantinopol ve 40 para…

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000