21 Aralık 2020, Pazartesi
Servet BAŞOL
Servet BAŞOL [email protected]

Fulbright...

Fulbright diye bir anlaşma var mı? Nerden çıktı böyle bir anlaşma, beraber inceleyelim.

Başlı başına böyle bir anlaşma yok ama ABD ile yapılan ilk ikili antlaşma olan 23 Şubat 1945’de ki “Karşılıklı Yardım Antlaşması” esas alınarak verilen 10 milyon $ lık borcun geri ödemesinin bir kısmının Türkiye’de harcanmasına ilişkin bir Ek anlaşma var ve bu anlaşma ile “Fulbright Komisyonu” kurulması ve şartları mevcut. Bu da nerden çıktı derseniz bunu iki aşamada inceleyebiliriz;

  1. ABD’nin II. Dünya Savaşını Kazanmış olması

II. Dünya savaşı, yazılanlar ve resmi tarihe göre 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlar ve Avrupa birbiri ile tüm gücüyle savaşa girerler. ABD ise 1937’den beri Pasifikte süren savaşa karşı hazırlık yapmakta ve konumu nedeniyle bu hazırlığını kimselere fark ettirmemektedir. Asya’da Japonların Çin’in zayıf olduğu bir anda ABCD kuşatması (ABCD encirclement), ‘sömürgeci batılı ülkelerden kurtulma’ hareketi diye başlattığı pasifik savaşı, ABD’nin çıkarlarına uymamaktadır. Hazırlıkları tamamladığına emin olunca çok başarılı bir hareketle Japonları, hem de hedef göstererek üzerine çeker ve Pearl Harbor Saldırısı başlar. Aslında ABD’nin Pasifik Filo’suna ait üç uçak gemisi, üssün önemli tankerleri, denizaltılar ve fabrika gemileri gibi unsurları limanda değildir. Bu saldırı daveti üzerine 12 Amerikan savaş gemisi ciddi şekilde hasar almış veya batırılmış, 188 savaş uçağı kaybedilmiş, 2.403 Amerikan askeri ile 68 sivil ölmüştür. Karşılığında kazanılan ise ABD’nin elinde artık savaşa girecek bir nedeni olmasıydı.

Savaş Avrupa’da 7 ve 9 Mayıs tarihinde Almanya’nın, 6 Ağustos Hiroşima ve 9 Ağustos Nagazaki’ye atılan atom bombaları sonucu Japonya’nın 2 Eylül’de teslim olması ile 1945’de sona erer.

Savaşın simgesi artık Atom bombasıdır. Bu bomba sayesinde dünyanın 5 kıtasına hakim olmuş bir ülke olarak, savaş sonrası yeni bir sömürgecilik uygulamasına gerek vardır.

Savaş sonrası on binlerce askeri silah, lojistik gereç ve malzemenin bulunduğu yerde korunması, bakımı ve personel masrafı savaş masrafından fazla ve daha uzun süreceğinden, bunların devri ya da satışı hem para hem de yedek parça sanayii olarak gelir kapısı yaratacaktır.

II. Dünya savaşı sonrası ülkelerin hemen hiçbirinin bu malzemelere ne ihtiyacı vardır ne de satın alacak paraları. Buna da bir çare bulunur ve Arkansas Senatörü James William Fulbright, ABD senatosunda hemen kabul edilen “kredi anlaşması” ile birçok ülkeyi savaş artığı malzemelerin satışı karşılığı borçlandırıp gelecek paraların o ülkelerde yatırım olarak kullanılması önerisi hayata geçirilir.

Atom Bombasının yarattığı etki ve ABD’nin sosyal yaşamda üstün görüntüsünü kendi kültürlerinin yaygınlaşması ile perçinlemenin yanı sıra, kültürel eğitim vererek -ki onun parasını da o ülkeler karşılayacaklardı-, imrenilen bir ülke olarak da daha fazla ticaret yapma fırsatı elde edeceklerdi. Asırlar boyu İngiltere öyle yapmıştı ve “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” diye ünlüydü.

ABD ile yapılan ilk ikili anlaşma, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalandı. Borç alma ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşma TBMM'de 4780 sayıyla yasalaştı.

ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 gün ve 4882 sayılı yasa ile kabul edilen kredi anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde ABD'nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye'ye borç verilmesiydi.

Sonra da 7 Mayıs 1946 tarihli Borçların Tasfiyesi ile İlgili Anlaşma,

6 Aralık 1946 tarihli Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma, 12 Temmuz 1947 tarihli Askeri Yardım Anlaşması ve 27 Aralık 1949 tarihli bir başka Askeri Yardım Anlaşmasını imzaladı.

Görünüşe göre ABD, Atom bombasının etkilerini kullanarak ülkeleri hem ticari hem de kültürel olarak kendine bağımlı hale getirmek istiyordu. Bu zeki manevra, birçok ülkede başarılı oldu ve hala olmakta.

  1. Atatürk yaşarken elinden alınanları geri alma fırsatı.

Bizi ilgilendiren bölüme gelince çok özel durumlar söz konusudur. Her ne kadar II. Dünya Savaşını kazanmış olsa de ABD, bizim tarihimizi bizden iyi bildiği için başarısını devam ettirmiştir.

İlk örnek, Fatih Sultan Mehmet örneğidir.

Avrupa’nın ekonomi ve sanayide güçlenerek yenidünyanın bu konuda geri kalması, elbette yeni kıtaya esnaf ve zanaatkârların göçmemesinden dolayıdır.

Fatih’in ilk fermanını herkes bilir (dini koruma) ama 2. fermanından kimsenin haberi yoktur.

Fatih, bu ikinci fermanı ile Galata’dan kaçmış olan Rum ve Cenevizlilerin evlerine dönmesini sağladı. Şehri yeniden inşa ve üretimi canlandırmak için kuşatma öncesi kaçan sanatkâr ve zanaatkârlara ihtiyaç vardı.

Tarihten ibret alan ABD, Fatih Sultan Mehmet’in 2. fermanı ile yaptıklarının önemini anlamış ve Osmanlıda sanatkâr ve zanaatkârların hemen tümünün Ermeni olmasını da göz ardı etmemiştir.

James Madison Amerika Birleşik Devletleri’nin 4. Başkanı ve siyaset felsefecisidir. 1801-1809 yılları arasında dışişleri bakanı olarak görev yapan Madison, 1809-1817 arasında devlet başkanlığı yapmıştır.

1820’lerde Anadolu’nun hemen hemen bütün illerinde açılmaya başlanan ABD okullarının sayısında zaman içerisinde büyük bir artış olmuş, 1845’de 7 okul, 1895’de de 20.496 öğrencisiyle 423 okul açılmıştır.

ABD Göçmen Ofisi tarafından verilen bilgiye göre 1899-1917 arası ABD’ye göç eden Ermenilerin sayısı 54,057’dir ve bunların 46,474’ü Osmanlı’dan gelenlerdir.

1854 senesinde ABD’de 20 (yazıyla yirmi), 1870’de ise 70 Ermeni vardır.

1859’dan itibaren Amerikan doktorları Anadolu’da 9 hastane ve 10 dispanser açmış olup hasta sayısı yaklaşık 40 bin kişi idi. Bu sayı 1913’de de 26.000 öğrencisiyle 450-460 okula ulaşmıştır.

1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti'ndeki Fransız okullarının sayısı yaklaşık olarak 500 civarındaydı ve bu okullarda 59.414 öğrenci eğitim görüyordu

Fransiskenlerin Mersin, Tarsus, Samsun, Trabzon, Harput, Malatya, Diyarbakır ve Mardin yörelerinde toplam 735 öğrencinin okuduğu hemşire okulları vardı. Fransız Katoliklerinin İstanbul dışında Osmanlı topraklarında toplam 42 okul ve 8255 öğrencisi bulunmaktaydı.

Ancak Lozan Antlaşması'ndan sonra Türk Devleti yabancı okulların müfredatlarına müdahale ve içeriklerine düzenleme getirerek bu okulları kontrol altına alabilmiştir.

T.B.M.M.’nin, Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu ile, 3 Mart 1924 tarihinde artık bu okulların dönemi bitmişti. Toplam 2148 yabancı okul kapatılmıştı. Batı kültür ve biliminden uzak kalmamak için bugüne kadar gelen Galatasaray, Mersin Koleji, Alman Lisesi (Alman ve İsviçre Okulu), Robert Koleji gibi birkaç okula, yeni kanuna uymak şartıyla devam izni verildi.

Bu kapatılan okulların çoğunluğu ABD okulları idi. Artık istediği çocuğu kendi okulunda okurken seçip ülkesine götüremeyecekti. Ama şimdi bir fırsat doğmuştu. Artık tüm Türk okulları ona çalışacaktı. Kılıf hazırdı. Eski ve artık işine yaramayacak olan savaş malzemelerini ülkeye satarken, zeki çocukları seçip, parasını da bize ödeterek, kendi ülkesinde eğitecek ve kültürünü de aşılayacaktı. Anlaşmanın resmi adı “karşılıklı yardım anlaşması” olsa bile, sonraları yapılan “karşılıklı uçuş anlaşması” gibi sadece PAA ülkemiz dahilinde istediği gibi uçarken bizim ABD’ye ilk uçuşumuz ancak Ağustos 1988’de yapılacaktı.

220 numaralı rapor, bu karşılıklı! Anlaşmanın faziletinden bahseder. Örnek olarak da Amerika ile Çin, Burma, Yunanistan, Filipin, Yeni Zelanda, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İngiltere, Fransa, İtalya ve İran ile yapılan anlaşmalar örnek gösterilir.

UST 603, hem İngilizce hem de Türkçe bu anlaşmanın kendisidir.

5002 numaralı kanunla ABD istediğini istediği ile pazarlık ederek mülk alabilecek, inşaat yaptırabilecek ve parasını borca mahsuben biz ödeyecektik.

5596’nolu kanun ile Fulbright Komisyonu kurulur (27 Aralık 1949). ABD artık tüm ülkenin parlak ve zeki beyinlerini tek başına seçecek ve kendi kültürünü aşılayabilecektir. Bu anlaşma ile intikam alınmıştır.

Atatürk sadece ABD’nin değil, tüm yabancı ülke okullarını kapatmıştı ama ABD bunu unutmadı. Sadece eğitimde değil, ülkemizde hemen tüm başka sahaları da ele geçirdi.

*

Fidel Castro, 2000 yılında BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti:

“Gelişmiş ülkeler dünyadaki patentlerin yüzde 97’sini ellerinde tutuyorlar, gezegenin en iyi beyinlerini tekellerine almış durumdalar. Bu ülkeler, son kırk yılda Latin Amerika’dan bir milyon profesyonel beyin aldılar. Tekrar ediyorum, tam bir milyon profesyonel! ABD tüm bu insanları kendisi yetiştirmiş olsa, O’na maliyeti 200 milyar dolar olacaktı. Dünyanın yoksul milletleri, üniversitelerinde yetişten en iyi meyveler ile gelişmiş ülkeleri işte böyle besliyorlar.

Size bir örnek vereceğim: Son 10 yılda Nobel Fizik Ödülü kazanan 22 bilim insanının 19’u ABD’den çıktı. Aynı durum, tıp ve diğer bilimlerdeki ödüller için de geçerli. Bilginin kalkınma için temel varlık olduğu günümüzde, Üçüncü Dünya ülkeleri kendi yetiştirdikleri en iyi yeteneklerden sürekli olarak mahrum bırakılmaktadır.”

GÖÇÜN BOYUTLARI

Castro’nun konuşmasının üzerinden geçen on dokuz yılda bu adaletsiz tablonun pek değiştiğini söyleyemeyiz. 2016 tarihli bir Dünya Bankası raporuna göre, 1990-2010 arasında geçen yirmi yılda, dünya üzerindeki göçmenlerin sayısı yüzde 40 artarken yüksek eğitimli göçmenlerin sayısındaki artış bunun tam üç katı, yüzde 120 olmuş.

Dünyadaki yüksek nitelikli göçmenlerin sayısı 40 milyon olarak tahmin ediliyor. Bunun yüzde 75’ini oluşturan 30 milyon göçmen OECD ülkelerinde yaşıyor. OECD ülkeleri arasında en yüksek payı ise 10 milyonun üzerinde bir rakamla ABD alıyor. ABD’yi anadili İngilizce olan diğer ülkeler, Kanada, İngiltere ve Avustralya izliyor. Bu dört ülke dünyadaki yüksek eğitimli göçmenlerin yarısından fazlasını (22 milyon kişi) alıyor.

Yüksek eğitimli göçmenler, bu gelişmiş ülkelerin belirli bölgelerinde yoğunlaşıyorlar. Silikon Vadisinde çalışan akademisyenlerin yüzde 56’sı ve yazılım mühendislerinin yüzde 70’i yabancılardan oluşuyor. Batı Avustralya’daki doktorların ve tıp uzmanlarının yüzde 60’ı yabancı. Benzer şekilde New York ve Londra finans alanında, Milano da modacılıkta dünyanın en gelişmiş beyinlerini alıyor.

Selcuk Tut

*

Neden Harf Devrimi yazımda daha çok detay bulabilirsiniz. Yakın Tarihini Bilmek sunusu ise kısa bir özet. Yine de araştıracaklar için bir başlangıç olabilir.

Bu arada daha sene bitmeden neden bu haftaki yazının numarası 2052 (sene2020-52hafta) diye düşünenleriniz olabilir. Senenin bitmesine daha bir hafta var.! 2020 senesi Artık Yıl’dır.

Artık yıl 53 haftadan oluşur. Çarşamba başlayıp Perşembe günü biter.

Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir. -Albert Einstein.

Allah pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. -Yunus 100.

www.servetbasol.com

 

Fulbright...

Yorumlar

Vira... ~ 3 yıl önce
Hocam, Yeniçeri neydi? Ocağın amacı neydi? Çeri neydi? Kimle başladı bu gelenek? Tarih okuyanlar için öğretici ve ders vericidir...

Yanıtla

Kalan karakter 1000

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000