Biraz malumat sahibi herkes çok iyi bilir ki bir ülkenin ulusal hava sahasını ihlal eden yabancı bir askeri hava aracı o ülkenin savunması tarafından düşürüldüyse, bunun gerçek nedeni hava sahası ihlalinden başka her şey olabilir ama hava sahası ihlali olamaz.
Geçen pazartesi günü Türk F-16’sından ateşlenen füzeyle düşürülen Suriye helikopteri vakasına da bu gözle bakmak gerekir. Hele bu helikopterin Hatay-Yayladağ mıntıkasında Türk hava sahasını ihlalinden düşürülmesine kadar sadece iki dakika gibi son derece kısa bir süre geçmişse, o hava aracının gerçek düşürülme nedeni kesinlikle hava sahasının ihlali değildir.
Türkiye’nin hava sahası daha önce de Amerikan, İsrail, Rus ve Yunan savaş uçakları tarafından defalarca ve çoğunlukla 2 dakikadan çok daha uzun süreler boyunca ihlal edilmiş, ama bu uçaklar düşürülmemişti.
Şimdi “Uyan da balığa çıkalım, Suriye ile resmen değilse bile fiilen çatışma halindeyiz; hem 15 ay önce uçağımızı düşürdüler” falan diyen olabilir...
Ben de “15 aydır başka hava sahası ihlali olup olmadığını bilmiyoruz; ayrıca, bu gerçekten o günden beri Suriye’den kaynaklanan ilk hava sahası ihlali olsa bile, düşürmeye karar vermek bir siyasi tercihtir. Dolayısıyla hava sahası ihlali, uçak ve helikopter düşürmenin gerçek nedeni değil ancak bahanesidir” cevabını veririm.
Neyse sadede gelelim; Suriye helikopteri, Türkiye’yi yönetenler sadece 7 düvele karşı değil, bütün dünyaya ve Ortadoğu’ya karşı çok kızgın, öfkeli ve içerlemiş vaziyette olduklarından ve dış politikalarının sonunda geldiği noktada kendilerini çok yalnız hissettiklerinden düşürülmüştür.
Bu helikopterin düşürülmesi, ilk bakışta hesaplanmış bir siyasi tercih gibi görünebilir... Ancak öyle değildir. Bu tercihin ortaya çıkmasında olumsuz psikolojik faktör birinci derecede rol oynamıştır.
Hayal kırıklığı ve öfke, Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın olaydan bir gün önceki ifadelerinden bakınız nasıl yansıyordu:
“Yapılan katliamın, bu işlerin bir sorumlusu olmayacak mıdır? Bunların hesabını birileri sormayacak, birileri de vermeyecek midir? (...) Yaşanan olaylar bizi isyan noktasına getiriyor. Bu soruların cevabı ABD ve Rusya’nın vardığı anlaşmanın içinde mevcut değil.”
Ankara, Baas rejimine karşı cezalandırma ve caydırıcılık amaçlı bir sınırlı operasyonla yetinmeyeceğini dünyaya ilan etti ve Suriye’deki kimyasal silah krizinden, Baas rejiminin yıkılmasıyla sonuçlanacak bir askeri çözüm çıksın diye bekledi. Ama sonuç umduğunu bulamamaktan da kötü oldu; Ankara rejimin cezalandırılmaktan da kurtulduğunu içi acıyarak gördü.
İsyan duygusu bu yüzden.
Rusya’nın ustalıklı diplomatik girişimi sayesinde Baas rejiminin kimyasal silahlarının tasfiyesini kabulü, Batılı büyük güçler ve hatta İsrail açısından Suriye’de elde edilmiş iki önemli kazanımı işaret ediyor.
Birincisi bu süreç nihayete erdirilirse, ileride rejim çöktüğünde kimyasal silahların güven altına alınması için askeri müdahaleye gerek kalmayacaktır.
İkincisi, rejim kimyasal silah envanterini ve depolarının bilgisini BM ile paylaşırsa bunun anlamı Suriye’de bir daha kimyasal silah kullanılmayacağı olacaktır. ABD ve müttefikleri 21 Ağustos kimyasal saldırısı nedeniyle rejimi cezalandırmamanın karşılığında “iki kuş” vurmuş görünüyorlar. Reel politik ağır basmıştır. O helikopter Türk hava sahasını, hayal kırıklığı ve öfkeye gark olmuş Ankara’nın Suriye’yi cezalandırmaya çok ihtiyaç duyduğu bir anda ihlal etti. Suriye helikopterinin düşürülmesi sayesinde Ankara kendisini, kimyasal silah krizinde hiçbir beklentisinin karşılanmamış olmasından doğan siyasi ve manevi mağduriyetini bir nebze telafi etmiş hissedebilir. AKP hükümeti, Suriye krizinde kendi bağımsız gündemini asgari düzeyde sürdürecek imkan ve iradeye sahip olduğunu içe ve dışa göstermiştir.
Ve bu arada Türkiye 15 ay önceki RF-4 uçağının misillemesini yapmış oldu.
Bu arada umarız karar vericilerin görüşünü karartan öfke bulutları bir an önce dağılır. Çünkü duygusallık ve öfkenin dış politika ve güvenlikle ilgili konularda yönlendirici hale geldiği bir ülkenin başı beladan kurtulmaz.
Yorumlar Tüm Yorumlar (7)