Bu olaylı yolculuk yeni oldu. 28 Mayıs sabah 08 uçağında... İstanbul’dan Ankara’ya...
THY uçağında yerlerimizi aldık yolcuların tamamlanmasını bekliyorduk. Kadınlı erkekli on-onbeş yurttaşımız ellerinde torbalarıyla arka arkaya uçağa girmeğe başladıklarında birine sordum: “Mekke’den mi geliyorsunuz?” “Evet” diye karşılık verdi içlerinden birisi “Umreden geliyoruz”.
“Allah kabul etsin”
Erkekler sakallı, kadınlar örtülü idi. Daha çok köy veya kasaba insanlarına benziyorlardı. Ya da şehirlerin kenarlarından...
En önde oturuyor ve yanımdaki yolcuyla söyleşiyordum. Arkadan önce alçak sesle, sonra gittikçe sertleşen ve yükselen bir tartışma ile irkildik. Arkada tatsız bir şeyler oluyordu.
Ve olan oldu...
Biraz önceki umre yolcularımız hışımla inmeye başladılar. “Bu uçakla gitmeyeceklerdi...”
Sebebi hemen anlaşıldı. İçlerinden bir hanımı yolculardan bir erkeğin yanına oturtmuşlardı. Hanımın eşinin isteğini erkek yolcu kabul etmemiş ve yerinden kalkmamıştı. Uçak görevlileri de sıkıntıyı giderememişler; düğümü çözememişlerdi.
Kurtlar Vadisinin “içindeki insan sevgisine lanet edip duran” ilginç teröristi Mıro’nun dediği gibi “şimdi çözümleyelim bakalım bu olayı.”
Öncelikle uzun ve yorucu bir yoldan gelen umre yolcularımızın sinirlerinin de yorulmuş olduğunu hatırlayalım.
Sonra yerinden kalkıp başka yere geçerek düğümü kolayca çözebilecek erkek yolcumuzun inadının sebebini çözümleyelim.
“Yer benim yerim niye vereyim?” İnadı mı? Yerinden kalkıp, başka yere gitmeğe üşenmesi mi?” Yoksa, son zamanlarda gittikçe artan “başörtülü muhafazakarlara duyulan tepki” nin bir sonucu mu?
Bilmiyorum...
Ama, ön taraftaki kimi yolcuların yorumuna bakarsak sonuncu çözümleme daha gerçeğe yakın görünüyor.
Öte yandan:
Değerli umre yolcumuz, hanımının bir başka erkeğin yanında oturmasından, uçağı terk edecek kadar niye rahatsız oldu acaba? Nasıl olsa kendisi de yakındaydı...
Beri yandan... Haca gidenler bilirler ki, o ibadet sırasında kadınlar ve erkekler ayrılmaz. Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelerek yapılan “say” da ve Kabe’nin çevresinde dönerek gerçekleştirilen “tavaf”da kadınlar ve erkekler karmakarışık olurlar... İstanbul’un Belediye otobüslerinden bile daha sıkışık durumlar olur. Namaz vakti de yine öyle kılınır...Yanınızda veya önünüzde tanımadığınız bir karşı cins olabilir... Kimse de bunu yadırgamaz.
Kimse de bu yüzden ne suudilere ne de yetkililere bir şey demeye ve haccı terk etmeğe kalkışmaz.
Bu arada küçük bir ayrıntı: Arka arkaya uçağı terk eden yurttaşlarımız içinde bir hanım arkasından gelen erkeğe diyordu ki: “Onlar inerse insin, biz niye devam etmiyoruz?” Erkek ise bu öneriye yüz vermedi.
Değerli okuyucum gözümüzün önünde olan biten bu işten,elbette çok yönlü üzüntü duyduk.
Ama asıl “çözümlemeyi” derinleştirdiğimiz zaman içimize bir hüzün çöktü.
Evet bu bir örnek olaydı ve toplumumuzda derinleşen bir yaranın belirtisiydi.
Birkaç yıl öncesine kadar “kapalı açık” çelişkisi ve çekişmesi çok az insanın tartışma alanıydı. Biliyorum ki kapalı veya açık denilen insanlarımız ve yakınlarımız birbirine karşı hoşgörüyle doluydu. Üniversitelerimizde otuz-kırk yıldan bu yana başörtülü öğrencilerimizde vardı... Ve hiçbir zaman başı açık-başı kapalı zıtlaşması olmamıştı.
Şimdilerde oluyor... Toplum geriliyor ve gerginleşiyor.
Bu işlerin sorumlusu da insanların bireylik seçimleri olarak kalması gereken konuları siyasi ve fikri tartışma alanına taşıyanlar...
Gidiş iyi değil... Çözüm hoşgörü kültürümüzün diriltilmesinde...
Yorumlar Tüm Yorumlar (8)