Takipçiler, başörtüsüyle bir derdim olmadığını biliyordur. Hatta başörtüsünün üniversitelerde serbest olma tartışmalarının ayyuka çıktığı zamanlarda, özellikle okuduğumuz okulların, gittiğimiz mekânların filan kesiştiği okurlardan kallavi sitemler yemişliğim var.
‘Yok babaannelerimizin bağlama biçimine peki, köylü teyzelerimiz aman da ne tatlı, ama türban başka’cılardan da değilim, nasıl istiyorsa öyle bağlar. Altına da ister geleneksel pardösü giyer, ister fetiş ayakkabısı...
İstanbul’da bu üstü kaval altı şeşhane kombinlerinin her çeşidini gördüğümü zannettiğim bir dönemde Beyrut’a gitmiş ve meğer daha hiçbir şey görmemiş olduğumu anlayıp sarsılmıştım! Başörtüsüyle bir arada kullanılan lame, dore, leopar, lateks, transparan, dantel, kovayla kozmetik, takma kirpik, takma tırnak açılımının haddi hesabı yoktu; ayakkabı ve çizmeler bildik kunduracılarda değil de ancak fetiş koleksiyonlarında rastlanabilecek standarttaydı!
Nasıl benim çaktırmadan dönüp bakma, pekâla çaktırarak bakma (Bazen tam da bu oluyor amaçları ve bakıldığını fark ettiklerinde gurur duyuyorlar) hakkımı kimse alamazsa elimden, onların de böyle giyinebilme hakları bâki olmalı. Saklama ya da gösterme hakları. Örtünme ya da açılma hakları...
Prof. Nilüfer Göle’nin en son burkanın karanlığını, rahatsız ediciliğini sevdiğini söylemesi pek çok insanı dehşete düşürdü. Ben çok ilginç, biraz da muzip buldum “Ne güzel! Her şey aydınlık mı olacak kardeşim” diyen Göle’nin sözlerini ve merakla okudum (Tuğba Tekerek, Taraf gazetesi, 25 Mayıs).
Ve tam o sırada ceketim kuru temizlemeciden geldi!
Ceketi son giydiğimde başıma gelenler çöreklenince zihnime, kendimi aniden tam da karşı köşe savrulmuş, Ruhat Mengi’nin dizi dibinde buluverdim!
Örtünmeyle baş edemediğim, burkayı geçtik, mütevazı başörtüsü-pardösü çiftiyle bile karşılaştığımda benim de tel tel olduğum bir yer var: Havaalanı güvenliği.
Evvelki hafta önce İstanbul-Ankara, sonra da Ankara-İstanbul uçuşlarında, iki defasında da başıma gelen, başıma şimdiye kadar 40 kere gelen, kafayı çok fena taktığım için belki de benim başıma herkesten daha çok gelen bir şey:
Havaalanında güvenlikten geçerken benden üstümdeki ceketi çıkarmam isteniyor ama yan taraftaki başörtülü, bol pardösülü hemcinslerimizden böyle bir şey talep edilmiyor.
Neden, pardon? Soyunuyorsak hep birlikte soyunalım, çıkarmıyorsak hiçbirimiz çıkarmayalım üstümüzü öyle değil mi? Bu alanda bir standart olmaması tuhaf değil mi?
Üstümdeki ceket truvakar tabir ettiğimiz, kolları dirsekten az uzun, içine bir şey giyilmeyebilecek, baharlık bir ceketti. Benden havaalanında neredeyse iç çamaşırıyla kalmam beklenirken soldan üç tane pardösülü hanım, bedenlerine üç beden bol gelen yere kadar kostümleriyle tek kelimeye maruz kalmadan rahatça geçtiler. Bu normal mi? Adil mi?
Artık her defasında havaalanına ‘Hah, gene olsun da kepazelik çıkarayım’ diye tetikte giriyorum. Benden bile başörtüsü düşmanı yaratabilecek kudrette bu uygulamaya da bir hal çaresi talep ediyorum.
Nur ÇİNTAY A.
RADİKAL
Yorumlar Tüm Yorumlar (11)