Söylemesi ayıptır, pazar gününden beri Amerika’da, Washington D.C.’deydim. Gideceğimi söylediğim dostlarımın eksiksiz tamamı, beni domuz gribine karşı uyardı, ‘Aman ha dikkat et, oralarda salgın var’ dedi.
Salgın olmadığını, adına nedense ‘domuz gribi’ denen grip çeşidinin tehlikeli, hatta öldürücü olmakla birlikte henüz hepimizin hayatına her gün kasteden türlü çeşitli riskler arasında üst sıralarda bile olamayacağını anlatmaya çalıştıkça da tepkiyle karşılandım.
Gerçekten de, örneğin bu gribin ilk ortaya çıktığı ve en fazla etkilediği ülke olan Meksika’da her yıl hastane mikrobundan ölenlerin sayısı bile domuz gribinden ölenlerin kat be kat üstünde. Kaldı ki domuz gribi, tedavi edilebilen bir hastalık.
Neyse, pazar günü İstanbul’da Atatürk Havaalanı’na geldim ki ne göreyim, havayolu şirketlerinin yer görevlilerinin tamamı plastik ameliyat eldivenleriyle çalışıyor, pek çoğu yüzüne ameliyat maskesi de takmış durumda ama buna karşılık yolcularda ve uğurlayıcılarda bu duyarlıktan eser yok.
Uçağım beni önce Frankfurt’a götürdü, orada aktarma yapıp Washington’a hareket edeceğiz, arada da bir saat kadar vakit var. Frankfurt Havaalanı’nın birinci terminalini bilen biliyor, günün her saati arı kovanı gibi işleyen, dünyanın dört bir yanından insanların gelip geçtiği bir yer. Bizim Yeşilköy’deki tedbirlerin yüzde biri bile yok ortada.
Aynı gece Washington’a, Dulles Havaalanı’na vardık geç saatte. Pasaport kuyruğu uzundu ve yavaş işliyordu. Beklerken beni bir öksürük krizi tutmasın mı? Hemen etrafımdakiler dalga geçmeye başladı, ‘Senin yüzünden hepimiz karantinaya alınacağız’ dediler. Tesadüf bu ya, ben öksürürken bir göçmenlik polisi de önümden geçiverdi, bana şöyle bir baktı, ben ‘eyvah gittik’ dedim, meğer beni korkutmak için dalga geçiyormuş!
Washington’dayken Amerikan gazetelerini ve TV’lerini dikkatle izledim, grip haberleri hep ön sıralardaydı ama kimsede panik yoktu. Zaten havaalanında da değil panik herhangi bir tedbir bile görememiştim. (Bu arada gribe karşı en iyi tedbirin sık sık el yıkamak olduğunu da söyleyeyim, yüze maske takmaktan kat be kat daha anlamlı bir şey bu.)
Önceki gün aynı yolla Türkiye’ye döndüm. Frankfurt’tan havalandıktan kısa bir süre sonra kabin görevlileri bir kâğıt dağıttılar. Bizim Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanmış bir çeşit anket formu. İngilizce çevirisi bir hayli kötüydü soruların. Formda domuz gribi kastedilerek ‘Hasta mısınız?’ diye soruluyordu. Hasta olsam neden seyahat edeyim, doktora giderim. Veya ‘Yakın zamanda bir hastayla temas ettiniz mi’ deniyordu vs.
Her neyse, ben devletinden korkan bir vatandaş olarak formu doldurdum. Sandım ki İstanbul’da bunları toplayacaklar.
Uçağımız nihayet indi, kapıya yanaştı. Ben de şans eseri uçaktan ilk inenler arasındaydım. O uçağa bağlanan tünele varır varmaz gördüğüm şey beni dehşete düşürdü. Üç tane sağlıkçı, yüzlerinde ameliyat maskesinden çok daha ileri bir şey olduğunu sandığım maskelerle orada duruyorlar. Sadece duruyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar. Neden orada olduklarını, bizi korkutmak dışında başka bir amaçları olup olmadığı anlaşılamıyor.
Hadi onu atlattık, ama biraz sonra herkesin maskeli olduğunu gördüm. Havaalanında görevli herkes evet herkes maske takıyordu. Polisler dahil.
Pasaport kulübelerinin orada yeniden sağlıkçıların konuşlandığı bir masa gördüm. Onlar da korkutucuydu.
Neyse pasaport kontrolünden geçtim, bagajımı aldım, evime gittim. Orada eşyamı ayırırken farkettim, Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan, benim de uçakta doldurduğum form hâlâ bendeydi, kimse onu benden istememişti ve almamıştı, ben de kimseye vermemiştim.
Evet Türkiye’ye dönmüştüm işte!
İsmet BERKAN/
RADİKAL
Yorumlar Tüm Yorumlar (17)