Akşam gazetesi yazarlarından Tolga Turgut, bu haftaki köşe yazısında Türk Hava Yolları pilotlarının kronik yorgunluklarını ve sivil- asker kökenli pilotlar arasındaki çekişmezliği köşesine taşıdı. İşte o köşe yazısı...
THY’nin son yıllardaki büyümesi artık o kadar kanıksandı ki, ilgili haber görmesek şaşıracak hale geldik. Tabii ki bu noktada ticari olarak yönetimsel bir başarı olduğu kadar konjonktürel şans ve siyasi iktidarın desteği de önemli bir faktör.
Geçtiğimiz hafta Sabiha Gökçen Havalimanı’nda düzenlenen HABOM (Havacılık Bakım Onarım Merkezi) açılışı ve THY’ye yeni katılan uçakların teslim töreni sırasında Başbakan ve Ulaştırma Bakanı da bu başarıya dikkat çeken demeçler verdi. Doğrusu bugün ulaşılan 149 uçaklık filo büyüklüğü böylesi demeçler vermelerini haklı kılıyor. Ne var ki sahnede görünen ve alkışlanan başarının arka planında THY yönetiminin çok dikkatli olmasını gerektiren pek çok husus var. Zira aslında başarıyı sürekli kılabilmek en büyük başarıdır.
Bu köşeden defalarca THY’nin iddialı büyümesi esnasında altyapısal gelişim, insan kaynakları yatırımı, eğitim ve uçucu personel homojenizasyonu konularına dikkat edilmesinin altını çizdik.
Kimi zaman olumlu tepkiler, kimi zaman da THY’ye haksız eleştiri yaptığımıza dair tepkiler aldık. Özellikle son iki hafta içerisinde yaşanan tehlikeler kanımca THY’nin hızlı büyümesinin sonuçlarıdır. İstanbul-Brüksel seferi sırasında motorun piste çarpması ile Atatürk Havalimanı’nda pilotluk yapmaya henüz ehil olmayan sivil kıyafetli bir öğrenci pilotun uçağın kuyruğunu çarpması olaylarından bahsediyorum.
Her iki olayda da THY’nin şansına sadece maddi kayıplar oluşmuştur. Ayrıca arada kamuoyuna yansımayan veya yansıtılmayan benzer olayların da geliştiğine dair duyumlar alıyoruz. Tabii ki büyümeler her şirket için zaman zaman sancılı olur fakat havacılıkta olmazsa olmaz olan emniyet hususundan taviz verilemez.
Bu iki olay sonrası edindiğimiz izlenim ve bazı internet sitelerinden aldığımız bilgiler doğruluyor ki, THY’nin pilotları arasında ciddi bir homojenizasyon problemi var.
Özellikle airporthaber ve airkule web sitelerinde yazılan yorumları okuduğumda sivil kökenli pilotlarla askeri kökenli pilotlar arasında ciddi bir çekişme ve çekememezlik olduğunu fark ettim.
Gerçi bu problem yıllardır Türk havacılığının genel bir problemi ancak gelinen nokta artık ciddi alarm sinyalleri veriyor. Sivil kökenli pilotlar ile askeri kökenliler arasında çekişme olduğu gibi bunların da alt grupları mevcut. Eğitim kaynağı ne olursa olsun pilotların ortak paydası gökyüzü sevgisidir ve ticari pilotaj konusunda istisnai durumlar haricinde hepsi eşittir. Uçtukları uçak modellerindeki eğitimleri hemen hemen aynıdır ve hiçbir grubun bir diğerine üstünlüğü yoktur, olamaz da. Dünya genelinde uzun soluklu başarılı kaydetmiş pek çok havayolu bu homojenizasyon problemini ancak ve ancak sistemsel yaklaşımla çözebilmiştir. Diğer bir ifadeyle kişilere göre sistem değil sisteme göre kişiler seçilir.
KAPTAN PİLOTUN KRONİK YORGUNLUĞU İstanbul-Brüksel seferinde uçak motorunu piste vuran (veya sürten) Kaptan Pilot Hasan Biriz, olayı takiben onurlu bir şekilde istifasını vererek hatasının sebebini ‘kronik yorgunluk’ olarak açıkladı. Bu ifade gerçekten çok önemli ve içinde de pek çok mesaj barındırıyor. Gerçi THY Basın Müşavirliği uçucu ekiplerinin uluslararası kurallara göre mesai yaptıklarını açıkladı ama bu açıklama sadece kağıt üzerinde mi kalıyor yoksa gerçekten uygulamaya yansıyor mu diye merak etmemek elde değil. Bir çalışan pek çok sebepten kronik yorgunluk yaşayabilir ancak kanımca en önemli neden iş ortamında mutsuzluk ve huzursuz çalışmadır.
THY son aylarda hızlı büyümesine geçici çare olarak onlarca yabancı pilot istihdam etmeye başladı. Kuvvetle muhtemel ki, çok yakında şirket içi eğitim ve emniyet konusunda da süratle sonuç elde etmek için yabancı pilotlardan faydalanılabilir. Zira onlar Türk pilotların dahil olduğu hiçbir gruba dahil değil ve özellikle emniyet ve eğitimin kusursuz olması gereken kısımlarda tarafsız olarak sistemsel bir yaklaşıma öncülük edebilirler. Aksi halde kronik büyüme sonucunda kronik problemler artacaktır.
KTHY YOK OLMAMALISon yıllarda borç miktarı 100 milyon doların üstüne çıkan KTHY’nin kapatılmasına karar verilmesi gerçekten çok üzücü bir durum. Geçtiğimiz aylarda Atlasjet’in KTHY’ye hissedar olmasıyla sonuçlanan bir ihale gerçekleşmişti fakat anlaşılan kağıt üzerinde yapılanlar hayata geçirilemeyecek.
Türkiye’de bazıları nedense Kıbrıs’a yapılan yatırımların gereksizliğinden, Kıbrıs Türklerinin anavatan Türklerini aslında sevmediklerinden bahseder. Defalarca Kıbrıs’a gitmiş biri olarak böyle bir izlenim edinmediğimin altını çizmek isterim. Mutlaka münferit olaylar olmuş ve olacaktır, ancak anavatan Türkleri ile Kıbrıs Türkleri kardeştir ve pek çok konuda ortak çıkarları söz konusudur. Bugün KTHY’nin geldiği noktadan öncelikle Kıbrıs ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki mevcut ve geçmiş politik iktidarlar sorumludur. İkincil olarak konuyla ilgili bürokrasi mekanizmaları, üçüncül olarak ise KTHY’nin son 20 yıl yönetim koltuğunda oturmuş
yöneticileri.
Eğer artık hukuki ve ticari dönüş yolu mümkün değilse bu noktadan sonra atılacak en doğru adım, farklı bir isim altında doğru bir iş planına sahip ve altın hisse modeliyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de azınlık hissedar olacağı özel yeni bir havayolu kurulması olacaktır. Bu havayoluna Türk sivil havacılığı ve DHMİ bürokratik konularda destek olmalı, hatta Ulaştırma Bakanlığı çok daha fazla destek vermelidir. Zira KKTC’yi Türkiye haricinde kimse tanımadığı için KTHY Ercan’dan hiçbir uluslararası uçuşu direkt olarak yapamıyor ve bu nedenle rekabet gücü kalmıyor.
Özetle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ulaştırma sorununa sahip çıkmak Kıbrıs’a sahip çıkmaktır. Şayet bu işi Rumlar kadar da beceremiyorsak yazıklar olsun yerine göre pek övündüğümüz Türklüğümüze…
(Akşam)
Yorumlar Tüm Yorumlar (49)