Siyasetin kısır çekişmeleri gündemdeki en önemli konuların üzerini bir çarşaf gibi örtüyor. Birbirimizle uğraştığımız kadar, gerçekten kafa yorup ülkenin asli ihtiyaçlarını konuşsaydık, bugün Türkiye, sanayisi, ticareti ve bilişim teknolojisi ile dünyada hak ettiği yere ulaşmış olurdu.
Atatürk döneminde adımı atılan bütün yenilikler tek tek çürümeye terk edildi. 2. Dünya Savaşı atmosferinin yaşandığı günlerde bile Türkiye askeri yönden hurda mezarlığı durumundaydı. Lozan Anlaşması’na rağmen ülkemiz, Musul ve petrol üzerindeki haklarından akıl almaz hatalar ve İngilizlerin baskıları yüzünden vazgeçmek zorunda kaldı.
Musul’dan sonra dış politikamızın en önemli kilometre taşlarından ikincisi Boğazlar Sözleşmesi’dir. 1936 yılında Türkiye, kendi Boğazlar’ı üzerinde hak sahibi olabildi. Musul ve Boğazlar konusuyla sınırlı dış politikamız, petrol ve silah sanayiindeki gelişmelere paralel bir seyir izlemektedir. İkinci Dünya Savaşı ise önemli bir dönemeçtir.
1924 yılında ordumuzun (7. Kolordu) Musul’a girip kontrolü eline almasından sonra yaşadığımız İngiliz baskısı aslında hiç kesilmedi. 2. Dünya Savaşı sonrasında bu baskı nöbetini Amerika devraldı. Bugün de devam etmediği söylenemez.
Atatürk’ün İngilizler karşısında Almanya kozunu kullandığını görüyoruz. Türkiye’nin ilk uçak fabrikasının temeli 1925’te atıldı. Alman Junkers Flugzeugwerke şirketiyle Teyyare ve Motor Türk Anonim Şirketi TOMTAŞ’ın ortaklığı ile kurulacak fabrikanın, ilk aşamada 250 adet uçak üretmesi planlanmıştı. Anlaşmaya göre; Kayseri’de kurulacak fabrika, Hava Kuvvetlerimizin ihtiyaç duyduğu uçak ve motoru üreterek bunların yenilenmesini sağlayacaktı. Buna karşılık Junkers firmasına, Türkiye’de havayolu işletmeciliği ve taşımacılığı imtiyazı verilecekti. Anlaşmanın neden yürümediğini anlamaya yarayacak en önemli ipucu ise; Almanların, Türkiye’de petrol aramaları yetkisi ve boksit madenlerimizi istemesidir...
Fabrikanın 1926’da resmi açılışının dahi tamamlandığını öğreniyoruz. Yüksek maliyetler bahane edilerek fabrika 1928’de kapatılır. 1930’da Milli Savunma Bakanlığı’na devredilen Kayseri Uçak Fabrikası, 1932’de Amerikan Curtiss Aeroplane And Motor Company şirketi ile anlaşır ve 33 adet uçak üretimi gerçekleştirilir. İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken Almanya’nın gücünün herkesi korkuttuğu günlerde, 1936 yılında, Alman ve Polonya firmalarıyla birlikte 69 uçak üretilir. 1940’a geldiğimizde devreye İngilizler girer. Philip and Morris Aircraft şirketi ile 24 adet Magister uçak üretilir. Fakat Kayseri Uçak Fabrikası bir türlü yerli üretim teknolojisini kazanamaz.
Dünyada havacılığın ’Altın Çağı’(1918-1939) yaşanırken Türkiye montaj teknolojisinden öteye geçemez. İlk uçağımız 24 Mayıs 1979’da, Hava Kuvvetleri’ne bağlı Kayseri İkmal Bakım Merkezi’nde, ’Mavi Işık’adıyla göklerde süzülür.
Uçak ve silah sanayimizde, İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze ABD ve NATO standartları geçerlidir. Kamuoyu, Turkish Aerospaces Industry’nin kısaltılmışı olan TAI’yi dahi bağımsız bir Türk şirketi sanmaktadır. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ), F-16 savaş uçaklarını üreten TAI’nin yüzde 49 hissesine sahiptir. Söz sahibi taraf Amerika’dır.
Üretim ve bakımla ilgili sürece kendileri karar veren Amerikalı ortaklar, şirketin adında Türk geçmesinden hiç rahatsız değildir. Alan memnun satan memnun! Yeter ki menfaatlerine halel gelmesin...
1973 yılında, “Savunma Sanayiinin Milli Şirketlerden Oluşturulması” amacıyla kurulan TUSAŞ’ın, adı rüşvet skandallarıyla da gündemden düşmeyen Lockheed Martin ile ortaklık sözleşmesi 15 Mayıs 2009 tarihinde sona eriyor.
Geçtiğimiz aylarda, TAI’deki Lockheed Martin’e ait yüzde 42 hissenin satın alınması konusunda ciddi bir girişim başlatıldı. Savunma Bakanlığı’nın ifadesiyle, ’küçük bir şirket’olan TUSAŞ, eğer TAI’yi satın alabilirse, havacılık sektörü psikolojik ses duvarını aşabilir. Yıllık cirosu 70 milyon dolar olan TAI’nin bunu gerçekleştirmesi niçin hayal olsun!
Hiç olmazsa hayallerimizi yitirmeyelim...
Ahmet ÜNAL
YENİÇAĞ
Yorumlar Tüm Yorumlar (9)