Yine Osmanlı Müzesi’ndeki sempozyumdan aklımda ilginç bir şey kaldı.
Dinleyiciler arasında olan bir akademisyen İstanbul’daki kimi mezecilerin "lakerda"yı bilmediklerini söyledi.
Bir tanesi pişirilip pişirilmeyeceğini sormuş.
Boğaz sularında palamut ve toriklerin cirit attığı Bizans dönemine kadar uzanan, şehrimiz mezelerinin en hası "lakerda"yı İstanbullu bir mezeci nasıl bilmez?
Aynı şekilde kimi zaman, eli kalem tutanların da İstanbul’u bilmediklerini görüyorum.
Önceki gün uçakta elime geçen THY’nin Skylife Dergisi’ne göz atıyordum.
Prens Adaları’yla ilgili bir yazı dikkatimi çekti.
Yazıyı yazan ilk durağı Kınalıada’da fayton olduğunu sanıyor.
"Denizi mi seyretsek, yoksa bir fayton turu mu yapsak kararsızız" demiş.
Kınalıada faytonu olmayan tek ada.
Tarihinde olmamış.
Az sonra aynı adayla ilgili ikinci hata.
"Süslü evleriyle Prens Adaları içinde en zengin görünen Kınalıada".
Kınalıada, adalar arasında en mütevazı olanıdır.
Yazıyı yazan hemen iskelenin karşısında gördüğü ahşap ikiz evlere kanıp "en zengin" sıfatını yapıştırmış.
Tabii Skylife’daki yazısının gerisini okumadım.
Ama diyeceğim şu:
Lakerdanın nasıl yeneceğini bilmeyen mezeciyi geçin.
Hiç olmazsa yazı yazma gibi bir mesleği benimsemiş olanlar, yaşadıkları şehri tanıma zahmetine girip doğru bilgileri aktarsalar.
Gila Benmayor / Hürriyet
Yorumlar Tüm Yorumlar (16)