29 Temmuz 2010, Perşembe 08:03:56

İnsansız hava araçlarının kısa tarihi...

İnsansız hava araçları (İHA)... Türkiye onları, özellikle PKK’ya karşı yürüttüğü sınırötesi operasyonlar için ABD'den talep ettiği ‘anlık istihbarat’ ihtiyacı çerçevesinde tanıdı.

Dünya çapında onları gündemin üst sıralarına taşıyıp adlarını duyuran ise  Birleşik Devletlerin küresel ölçekte yürüttüğü ‘terörle savaş’ kapsamında gerçekleştirilen ‘yüksek değerli Taliban ve El-Kaide liderlerinin’ öldürülmesine yönelik nokta operasyonları olmuştur.

2004 yılından beri özellikle Pakistan’da bulunan hedeflerin nokta atışıyla öldürülmesi için başvurulan İHA’lar, bu görevinin yanı sıra  başta Afganistan ve Irak’ta olmak üzere bir çok sorunlu bölgede, operasyon alanlarını havadan gözetleme ve yerdeki dost birliklere gerçek zamanlı istihbarat sağlama görevlerinde kullanılmaktadırlar.

Teknolojinin baş döndüren gelişme hızına paralel olarak yeni model ve imkanlarla dünya çapında orduların ya da istihbarat servislerinin hizmetine giren ve son zamanlarda gündemde kendine  sık sık yer bulan bu araçlar bir gecede ortaya çıkmadılar…

Aslında şaşırtıcı olan, bu gelişmiş teknolojili ‘oyuncakların’  1990’lı yıllarda meydana geldiği kabul edilen  ‘askeri işlerde devrim’ ve ağ merkezli savaş konseptiyle de doğmamış olmaları… Kısacası, tahmin edilenden çok daha eskiye dayanan bir mazisi var bu insansız hava araçlarının…

Uçmak için pilota ihtiyaç yok…

İnsansız hava araçları 1909 yılında Amerikalı bir mucit olan Elmer Sperry uçuş halindeki uçakların dengesini sağlamak amacıyla cayroskopik aletler dizayn etmeye başlamıştı ki bu aletler modern ataletsel seyrüsefer sistemlerinin de atasını teşkil edecekti. Birleşik Devletler Donanması, uçakların uçuşunun daha stabil hale gelmesi ve pilota ihtiyaç olmaksızın uçuş yapılabilmesi olanağının belirmesi ile beraber bir ‘uçan torpido’ dizayn edilmesi fikri üzerinde çalışmaya başlamıştır.

Dönemin ilkel cayroları ile pilotsuz uçuşa sağlanacak oldukça sınırlı doğruluğu artırmak için Western Electric Şirketi tarafından  geliştirilen radyo kontrolü de sisteme eklenince gelecek 80 yıl boyunca uzaktan komuta edilen uçakların geliştirilmesi için gereken teknolojinin çekirdeği de oluşturulmuş oluyordu. Böylece geliştirilen Curtiss-Sperry uçan torpidosu ilk uçuşunu Aralık 1917’de gerçekleştirdi. Bu konseptin karşısına, Charles Kettering tarafından geliştirilen ve ‘Kettering Bug’ olarak adlandırılan; önceden ayarlanmış bir cayroskop ve barometre ile donatılmış olarak belirlenmiş bir rotada uçmak üzere ayarlanabilen uçan torpido  modeli çıkarılmıştı.

Bu arada, İngiltere’de de benzer bir program hayata geçirilmeye çalışılmıştı. Ancak 1918 yılına gelindiğinde  günün teknolojisinin güvenilir bir güdümlü silah yaratılması için yetersiz olduğu tespit edilmiş ve programlar yürürlükten kaldırılmıştı. Bununla beraber, gerek Birleşik Devletler gerekse de Birleşik Krallık Donanmaları bu pilotsuz sistemlerin uçaksavar topçusunun eğitiminde kullanılabilecek gerçekçi birer hedef teşkil edebileceğini görmüş ve sistemleri bu şekilde değerlendirmiştir. Böylece yaklaşık 60 yıl boyunca pilotsuz uçakların en temel kullanım şekli olacak olan hedef dronu  doğmuş oluyordu.

"Kontrol edebileceğin bir bomba kontrol edebileceğin bir uçaktan daha çok işe yarar…"

İki savaş arasındaki dönemde pilotsuz uçakların geliştirilmesi hedef dronu ile beraber güdümlü silah sistemlerinin hayata geçirilmesine odaklanmıştı. Bu yaklaşımı 1939 yılında Alman Dr. Fritz Gosslau kırdı: Tasarımı biri pilotlu, diğeri pilotsuz iki uçaktan oluşan bir sistem üzerine kurulmuştu: Pilotsuz radyo kontrollü dron  pilotlu uçaktan kontrol ediliyor ve 1 tonluk bomba taşıyabiliyordu. 

Pilotsuz dron, taşıdığı cephaneyi bıraktıktan sonra tekrar kullanılmak üzere üsse geri dönüyordu.  Fernfeuer adı verilen sistem daha önceki Amerikan/İngiliz sistemleri gibi uçan torpido değildi ve günümüzün silahlı pilotsuz muharebe araçlarının atasını teşkil ediyordu. Dr. Gosslau’nun projesi Alman Hava Kuvvetleri’ni pek etkilememiş olacak ki program kabul edilmedi ancak sistem için yapılan çalışmalar ünlü V-1 füzelerinin temelini oluşturdu. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Atlantik’in batı yakasında Birleşik Devletler Donanması da radar ve televizyon kamerası gibi  yeni seyrüsefer teknolojilerinin gelişmesiyle beraber saldırı dronlarını geliştirmeye başlamıştı. Bu sistemler hem bir güdümlü mermi gibi kullanılabilecek hem de üzerinde taşıdığı mühimmatı hedefe bıraktıktan sonra üsse geri dönebilecek  silahlı pilotsuz muharebe araçları olacaktı. 

Mart 1942’de TDN-1 adı verilen dronun üretimine başlandı. Dronun gerektiğinde feda edilebilir olması sebebiyle daha ucuz ve basit bir versiyonunun talep edilmesi üzerine TDR-1 sistemi geliştirildi. Sistem, TBM-1C Avenger Torpido- bombardıman uçağının altına yerleştirişmiş radyo alıcı-verici anteni aracılığıyla işbu uçaktan kontrol edilmekteydi.  Böylece güdümlü füze olarak tasarlanan bu sistemler ilk kez 1944 yılının Eylül ayında Bougainville’de Japon korugan ve topçu mevziilerine karşı kullanıldı. Aynı yılın Ekim ayında ise bu sefer bir silah platformu olarak Bougainville adasının güneyindeki Ballale adasındaki Japon hedeflerini bombalamakta kullanıldılar. Ancak sonuçlar pek Donanmayı etkileyecek kadar parlak değildi.

Sadece bu sistemin kullanım şekli dahi, gerek tasarımcılar gerekse kullanıcıların bakış açısında II. Dünya Savaşı’nda pilotsuz hava araçlarının kullanımına yönelik taktiksel yaklaşımı, dolayısıyla da bunlar  ile güdümlü füzeler arasındaki sıkı ilişkiyi çok açık şekilde göstermektedir. Bununla beraber daha ve ‘yaratıcı’ projelerden bahsetmezsek bu yazı eksik kalacaktır. 1944 yılında Avrupa’da başlatılan Afrodit Operasyonu ile planlanan, bombardıman uçaklarını olabildiğince hafif hale getirdikten sonra  taşıma kapasitesinin kaldırabileceği kadar TNT’den %50 daha güçlü bir patlayıcı olan Torpex ile yükleyip Almanların, pilotlu bombardıman uçakları için çok iyi savunulan hedeflerine karşı uzaktan kumandayla yönlendirmek suretiyle kullanmaktı.

Uçaklar kalkışta, bir kez patlayıcıları aktive ettikten sonra uçaktan atlayacak olan pilotlarca kullanılacak; seyrüseferin gerisi ve taarruz yakınlarda bulunan ana gemiden uzaktan kumanda ile gerçekleştirilecekti. ‘ 12 Ağustos 1944 tarihinde proje çerçevesinde modifiye edilen  B-24 uçağı daha Manş Denizi’ni geçemeden pilotlarla beraber havada infilak etti.  Şans o ki ölen pilotlardan biri Joseph Kennedy Jr.’dı. Yani,  Kennedy ailesinin Birleşik Devletlerin ilk Katolik başkanı olmak üzere yetiştirilen büyük oğlu. 

Bu olayın sonucu Birleşik Devletlere iki  şekilde yansıyacaktı:  Bir, Joseph Kennedy Jr. için düşünülen rolü John Fitzgerald Kennedy Birleşik Devletlerin 35. Başkanı olarak oynayacaktı. İki, Birleşik Devletler uzaktan kontrollü uçak programını durdurmuştu ki bu da insansız hava araçlarının geliştirilmesi konusunda O’na oldukça zaman kaybettirecekti.’

60000 feet’ten biri bizi gözetliyor…

Soğuk Savaşla beraber pilotsuz uçak gelişimi II. Dünya Savaşındaki trendi takip etti ve özelikle güdümlü füze geliştirilmesi çalışmaları şeklinde tezahür etti.  Ancak 1950’lerin ortasında pilotsuz uçakların kameralarla donatılarak  muharebe alanını keşfi için kullanılabileceği düşüncesi Birleşik Devletler ordusu tarafından değerlendirilince bu araçların günümüzdeki en yaygın kullanımı da  hayata geçirilmiş oluyordu. Bu tarihten sonra özellikle 90’lı yıllarda yaşanan askeri işlerdeki devrim ile beraber daha uzun süre havada kalan, çok daha uzaktan kontrol edilebilen,  daha uzun menzilli, her hava şartında görev yapabilen ve daha keskin gözlerle düşmanı gözetleyebilen  ve dost birlikler için istihbarat toplayan araçlar geliştirildi ve kullanıldı.

Son 50 yıldır istihbarat, gözetleme ve keşif (ISR) görevlerinin icrası için başvurulan bu hava araçlarının için düşünülen, 2. Dünya Savaşı yıllarında hayata geçirilmeye çalışılan, ancak teknolojinin yetersizliği sebebiyle rafa kaldırılan taarruz dronu konsepti ise 2000 yılından itibaren mümkün görünmeye başlanmıştır.  Birleşik Devletler bu tarihten itibaren keşif için kullandığı araçlara güdümlü tanksavar füzeleri yükleyip bu araçları ‘avcı-katil’ olarak kullanma konusunda çalışmalar başlatmıştır.  Geliştirilen sistem ilk muharebe deneyimini 2002 Kasımında Cibuti’de bir El-Kaida liderini öldürmek için kullanılmasıyla gerçekleştirmiştir.

İnsansız hava araçlarının neredeyse modern havacılığın tarihiyle  özdeş yaklaşık 100 yıllık gelişim süreci sonucu bugün geldiği nokta etkileyici olmakla beraber kesinlikle şaşırtıcı değildir: belki 1910’lu yılların uçan torpidolarıyla değil ama daha 1930 ve 40’lı yılların saldırı dronları konsepti  ile bugünkü insansız hava araçlarının teknolojisinin ve bunların taktik kullanımının eskizleri çizilmişti…

(NTVMSNBC)

İnsansız hava araçlarının kısa tarihi...

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000