13 Aralık 2009, Pazar 07:54:48

Heathrow'da bir hafta...

Yazar Alain de Botton, bir hafta Londra Heathrow Havaalanı'nda yaşadı ve gündelik hayatı yazdı.

Yazar, gazeteci ve düşünür Alain de Botton, geçtiğimiz yaz Londra'nın dünyaya açılan kapısı Heathrow Havaalanı'na gittiğinde, bir başka şehre seyahat etmeyi düşünmüyordu. Bir uçağa yetişmesi gerekmiyordu; check-in masasında sıraya girmekle uğraşmayacaktı, hatta yanında bir uçak bileti dahi yoktu. Dizüstü bilgisayarı ve ufak bavuluyla gelmişti Heathrow'a. Havaalanının kendisine ısmarladığı bir kitap yazacak, bir haftalığına havaalanında yaşayacaktı. Zürih doğumlu 39 yaşındaki yazarı daha önce kaleme aldığı ve Türkiye'de her biri çok tutulan Proust Hayatınızı Nasıl Değiştirebilir?, Mutluluğun Mimarisi ve Seyahat Sanatı gibi modern hayatı inceleyen kitaplarıyla tanıyoruz. Alain de Botton'un en önemli marifeti, çağdaş hayatın sıradan görünümünün altında, derin felsefelerin izlerini bulabilmesi. Havaalanında Bir Hafta kitabında, küreselleşmenin ve modernitenin somutlaştığı bir mekân olarak gördüğü Heathrow'da, de Botton'la birlikte, güvenlik görevlilerinin, check-in çalışanlarının, ayrılan, kavuşan, bekleyen yolcuların, uçaklarda yediğimiz yemeklerin hazırlandığı bölümlerin, bakım-onarım departmanının, lounge'ların ve yazarın da kaldığı özel Heathrow otelinin koridorlarının arasında geziyor ve onun yaptığı gözlemleri okuyoruz.

- Kopenhag'daki İklim Zirvesi'nde uçakların küresel ısınmaya olan etkisi eleştiriliyor, Havaalanında Bir Hafta'yı yazmadan önce etik bir çelişki yaşadınız mı?
- Kitabım uçak kullanımını savunmuyor, öncelikle bunu açıklığa kavuşturmayı isterim! Amacım havacılık endüstrisini savunmak da değildi. Uluslararası bir havaalanındaki hayatı, burada her gün olan bazı olayları incelemek istedim. Havaalanlarına bir uçağa yetişmek için gidiyoruz, doğru kapıyı bulmaya çalışırken çevremizde olup bitenleri görmüyoruz. Ancak ben havaalanlarına daha dikkatle bakmamız gerektiği görüşündeyim, buralar çağdaş dünyanın hayali merkezleri artık. Medyada soyut biçimlerde karşımıza çıkan, moderniteye ait pek çok şey, havaalanlarının mimarisinde somutlaşıyor. Küreselleşme, çevre felaketleri, aşırı tüketim, ailelerin yıkılışı, havaalanlarında karşımıza çıkan olgulardan sadece bazıları.

- Heathrow'a orada doğmuş kadar aşina gibisiniz.
- Kitabı yazarken amacım, Heathrow'u bir yabancının bakışıyla anlatmaktı. Bir havalanına sanki orayı daha önce hiç görmemişim gibi bakmayı istedim. Bazen bizi hayrete düşürmesi gereken şeyleri normal karşılar hale geliyoruz. Uçmak normal bir şeymiş gibi davranıyoruz mesela! Oysa düşününce, hiç değil. Ben de tıpkı bir uzaylı gibi, havaalanının koridorlarında gezmek, kontrol kulesinde dolaşmak istedim. Sanki buraları ilk defa görüyormuşum gibi davrandım.

"BENİ SANSÜRLEMEDİLER"

- Havaalanlarında ne hissediyoruz, düşüncelerimiz nasıl değişiyor?
- Havaalanlarına geldiğimizde ölüm ihtimalimiz aklımıza daha yoğun biçimda geliyor, bilinçsizce veya yarı bilinçli bir halde, alışkanlıklarımızdan uzaklaşıyor, daha içten, samimi, meraklı ve aşka açık hale geliyoruz. Gündelik rutinlerimizin dışına çıkıyor, ölümlülüğümüzün farkına vararak sıradışı karşılaşmalara daha açık hale geliyoruz. Aşksız evliliklerini on yıllardır sürdüren çiftler, havaalanlarında aniden romantik laflar etmeye başlıyorlar mesela! Bitmenin eşiğine gelmiş bir ilişki yaşayan çift, uçaklarının düşeceği korkusuyla sorunlarını çözebiliyor.

- Kitabınız havaalanı yönetiminin 'sipariş üzerine' yazılmış. Acaba Rönesans dönemindeki gibi yine yazarlara patronluk eden 'hami'lerin sponsorluğunda çıkacak kitaplar çağı mı yaşanacak gelecekte?
- Kitabın başında Heathrow'un 'patronum' olduğunu söylerken şaka yapıyordum aslında. Geçmişte yazarların 'hamileri' vardı gerçekten, yazarların ne yazdıklarını kontrol ederlerdi. Benim durumum ise çok daha farklı. Heathrow yöneticileriyle yaptığım anlaşmaya göre, istediğimi yazabilecektim, herhangi bir sansür tehlikesi yoktu yani. Herkes de durumun bu olduğunu kabul etti. Heathrow yetkilileri metin yayımlanmadan önce bana ne yazmam gerektiğini söylemedi, yazdıklarıma da bakmadı. İstediğimi yapabilirdim çünkü havaalanına bir güzelleme yapmıyordum. Hissettiğim gibi, merakım beni nereye yöneltiyorsa onu yazdım.

- Bu kitabı yazmak yorucu muydu? Heathrow'da size özel yerleştirilen masanızda oturuyor muydunuz daha çok, yoksa hareket halinde miydiniz?
- İngiltere'deki pek çok kasabadan daha büyük bir alanı kaplayan Heathrow gibi devasa bir yer için, bir hafta çok kısa bir süre. Havaalanını gezip çalışanlarla, yolcularla konuştum; pilotlardan hava trafik kontrolörlerine, uçaklardaki yemekleri hazırlayanlara kadar bir sürü insanla tanıştım. Bu karmaşık mekânı temsil edebilecek bir hafta geçirmek, buranın portresini yazmaktı amacım. Yazarın görevi, modern hayatın karmaşıklığını anlatkak bence. İnsan hep bir mağaraya çekilmek, bir fildişi kulede yaşamak istiyor. Ancak modern dünyada daha çok zaman geçirdikçe büyüleyici bilgiler ediniyoruz ve mağaraya, fildişi kuleye çekilmediğimiz için mutlu oluyoruz.

"Heathrow'da popüler bir sima oldum"

- Havaalanlarında gördüğünüz Türkiyeli yolcular hakkındaki izleniminiz nedir?
- İstanbul veya İzmir'den yola çıkan uçakların inişlerini ve bu şehirlerinin isimlerinin Heathrow'daki uçak tarife panosunda belirişini hep heyecanla izledim.
Sisli, gri bir Londra gününde, İzmir gibi yerlerde hayatın ne kadar güzel olduğunu düşünmeden edemiyor insan.
- Heathrow'a gittiğinizde, orada tanıştığınız insanlara rastlıyor musunuz hâlâ?
- Ayda bir kere mutlaka Heathrow'dan geçerim ve evet, orada tanıdık bir yüze dönüşmüş durumdayım. British Airways'in check-in elemanlarından biri son gidişimde yanıma geldi. Çok arkadaşça davrandı ancak New York'a gideceğimi ve biletimi business class'a upgrade edip edemeyeceğini sorduğumda "Alain, dalga geçiyorsun herhalde," dedi. "Sen bir yazarsın eninde sonunda, siz yazarların sanatları için acı çekmesi gerekmiyor muydu?"

(Sabah)

Heathrow'da bir hafta...

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000