21 Temmuz 2008, Pazartesi 07:39:00

Bir başarı öyküsü

Türkiye Gazetesinden Metiner Sezer, Çelebi Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili Canan Çelebioğlu ile Çelebi'nin yükselişini ve başarı öyküsünü konuşmuş. İşte o ropörtaj...

Babalarını küçük yaşta kaybedip yetim kalan iki çocuk: Can ve Canan... Bu iki çocuk bugün Çelebi Holding gibi koskocaman bir holdingin kaptan köşkünde oturuyorlar. Buraya nasıl geldiler? İşte onların başarı öyküsü. Kendilerini bu noktaya taşıyanın yine babaları olduğunu söyleyen Canan Çelebioğlu, “Babam çok inatçı bir insandı. Asker olmasına rağmen hukuk eğitimi aldı. Sahibi olduğu, Türkiye’nin ilk özel yer hizmet şirketi Çelebi Hava Servisi’ni kapatmak isteyenlere karşı dişe diş, göze göz mücadele verdi. Çok da disiplinliydi. Çocuktuk. Şirkete gelir, babamızın yanında vakit geçirirdik. Şirkette babamıza ‘baba’ dememiz yasaktı. Bu disiplini bize aşıladığı için onsuz geçen hayatımızda hiç sıkıntı çekmedik” dedi.


Çelebi Holding geçen hafta 50’nci yılını kutladı görkemli bir şekilde. Hem de hak ederek gerçekleştirdi o görkemi. Çünkü, son 10 senede hem içeride, hem de yurt dışında önemli projelere imza attı ve hızlı bir büyüme başarısı gösterdi. Çelebi Holding, Ali Cavit Çelebioğlu’nun 1958 senesinde kurduğu Çelebi Hava Servisi’nden doğdu. Ali Cavit Çelebioğlu asker kökenli bir pilot; ayrıca Hukuk Fakültesi mezunu. Ali Cavit Çelebioğlu vefat ettiğinde oğlu Can 19, kızı Canan ise 16 yaşında. Her ikisi de çocuk yani. Fakat bu iki çocuğun gayreti, samimiyeti ve belki de hepsinden önemlisi pozitifliği onları hizmet sektöründe en iddialı holdinglerden birinin sahibi yaptı. Canan Çelebioğlu ile yaptığımız hoş sohbet işte bu büyümenin nasıl ve hangi şartlarda gerçekleştiğinin ipuçlarını verecek size.

Önce 50’nci yılınızı tebrik etmek ve hemen ardından da ilk sorumu sormak istiyorum. Çelebi Holding bugün hangi noktada ve hedefleri ne?
Teşekkür ediyorum. Ne kadar yeni alanlara girmişsek de biz havacılık alanında faaliyet gösteren bir şirketiz. Doğduğumuz esas işi, havacılığı bırakmadık; bırakmayı da düşünmüyoruz. Bir tek ayrı olan gıda zaten. Arby’s ve Little Caesars gibi iki fast-food restoranının havacılıkla uzaktan yakından ilgisi yok ama o da gruba farklı alandan nakit kaynağı olsun diye tercih edildi. Çünkü, havacılık Türkiye’de olsun, dünyada olsun zaman zaman iniş çıkışları olan bir sektör.

Bütün yumurtaları tek pazara koymama durumu bir yerde. Öyle mi anlamak lazım?
Aynen öyle. Çelebi hizmet sektöründe faaliyet gösteriyor. Gıda da aynı kategoride. Üretim alanında yokuz. Girmeyi de düşünmüyoruz. Biz hizmet sektöründe iddialı bir kuruluşuz. Kendimizi hep insan yönetimi ve en iyi, en doğru ve en kaliteli hizmeti vermeye hazırladık.

Müthiş bir performans gösterdiniz ve büyüdünüz. Türkiye şartları da sizin işinizi kolaylaştıracak bir gelişme gösterdi.
Yüzde 100 katılıyorum. Babam 50 yıl önce başlarken bu işin bu kadar popüler olacağını bilemezdi tabii ama son 15 senedir dünya ekonomisi ulaştırma ile paralel büyüyor. Ülke ekonomilerindeki büyümeler, ihracat ve ithalattaki artışlar tamamen ulaşım sektörüne bağlı. Limanlarınız ne kadar hazır? Kara ve hava taşımacılığında iyi misiniz? Değilse ekonomik büyüme olmuyor. Hindistan mesela. Ekonomilerindeki gelişme onları hızlı bir şekilde ulaşım sektörüne yatırım yapmaya zorladı. O ülkeye yatırım yapmak isteyen firmalar da bunu talep ediyor zaten.

Hindistan’la ilgilendiğinizi biliyorum. Oraya geleceğim ama önce şunu sormak istiyorum: Siz hep yer hizmeti veren bir kuruluştunuz. Birdenbire hava ve deniz limanı işletmeciliğine girdiniz ve sonra dışa açıldınız. Bu biraz çılgınlık değil mi?
Havalimanı işletmeciliği iki nedenle zorunlu hale geldi. Yurt dışına açılma stratejimizle birlikte girdiğimiz her ihalede, havalimanı işletmeciliği karşımıza çıktı. Yer hizmetleri daha sonra. Yoksa, alt yapının bitmesini beklemeniz gerekiyor. Ki, o vakte kadar kim öle, kim kala.

Havalimanı yatırımları büyük yatırım. Finansman yapınız buna müsait mi?
Hayır. Değil tabii. Konsorsiyumlarla aşıyoruz bu handikabı. 

Deniz limanlarına giriş nasıl oldu?
Bu kadar senedir havacılık alanında hizmet veren bir firma olarak bunu yapmak bize zor gelmedi. Hemen akabinde başlayan liman işletmeciliğine ise aslında Türkiye şartları da zorladı bizi. Özelleştirmeler mesela. Bir limanı sıfırdan yapmaktansa mevcudu alıp iyileştirmek bizim ölçeğimize daha uygun düştü. Deniz liman hizmeti ile havalimanı işletmeciliği birbirine çok yakın. Sadece müşteri farklı. Müşteriyi deniz limanınıza çekmek için pazarlama stratejinizin olması lazım. Antalya Limanı’nın büyük bir potansiyeli var aslında ama geçmişte iyi işletilmediği için atıl kalmış. Bir senede hem ciromuz, hem kârlılığımız önemli derecede arttı.

Budapeşte Havalimanı yer hizmetlerini de siz yapıyorsunuz. Nasıl gidiyor oradaki işler?
İnsanın kendi ülkesinde iş yapmasıyla başka ülkede iş yapması çok farklı. Bazı değişiklikleri yapmak çok sancılı oldu. İşimiz insan ağırlıklı bir iş. Çalışanların yüzde 50’si, bırakın Türkçe ve İngilizce’yi, Macarca’dan başka bir dil konuşmuyor. Nereye varmak istediğimizi anlatmak daha fazla zaman aldı. Farklı kültürleri, farklı hayat kriterleri var. İyi bir şey teklif ettiğimizi düşünürken, baktık onların hiç ilgisini çekmiyor o teklifimiz. Verimliliklerini arttırıp daha fazla kazanmalarını sağlayıcı tedbirler getirdik. Tepki gösterdiler. ‘Yo, hayır bana kazandığım yeter. Bırakın, bildiğim gibi yaşayayım’ dediler. Değişime açık değiller. Doğu Bloku kültürü ne de olsa. İkinci kuşaktan sonra belki.

Size güvenmemişler anlaşılan!..
Sadece bize değil, birbirlerine de güvenmiyorlar. Sadece iş hayatında değil, sosyal hayatlarında da böyleler. Paylaşmaktan korkuyorlar. Komünizmin getirdiği korku. Sendikayla bile diyalog kurmak için 6 ay kadar beklememiz gerekti. Fakat, bu arada biz de çok tecrübe sahibi olduk. Yararlı yani.

Hindistan’la ilgilendiğinizi biliyorum. Bu tecrübe orada işinize yarayacak mı?
Mutlaka. Gerçi Hindistan’da lokal bir şirketle ortaklık yapmayı düşünüyoruz. Zaten, kuralları da öyle. Ayrıca, biz de istiyoruz. Hem yönetim, hem de finans desteği olacak ayrıca bizim için bu ortaklık. Hindistan’da bir avantaj var: İngilizce konuşuyorlar. Artı... hükümet ve yöneticiler istekli. Bir an önce yabancı gelsin, diye bakıyorlar. Her eyaletin kendine göre kültürünün olması bir dezavantaj belki ama onu aşmakta sıkıntı çekeceğimizi sanmıyorum.

Hindistan’da hangi havalimanı
Şu anda Yeni Delhi ihalesine teklif verdik. Bombay’deki havalimanı için ön yeterlilik aldık. Ayrı ayrı ihaleler bunlar. Başkaları da var. Hepsine tek bir ihaleyle girilebiliyor; onlar devlet monopolü çünkü. Yeterlilik belgesi aldık bekliyoruz. Sadece biz değil, bütün uluslararası hava yolu şirketleri büyük bir heyecanla bekliyor.

Siz babanızı çok küçükken kaybettiniz. Nasıl oldu da şirketi ta buralara kadar taşıdınız?
Doğru çok küçüktük. Babamın vefatından önce başlayan bir serüven aslında. Ben 12 yaşından, Can ise 9-10 yaşından itibaren bir şeyler yapmaya başladık. Son 3-4 senede babam zaten rahatsızdı, hastalığı gün be gün ilerliyordu. O zamanlar şirketimizde çalışan birkaç yönetici vardı ve onlar eve gelir, iş toplantıları yapılırdı. Onları biz de tanıdık bu arada. O dönemde ben daha çok sağlığı bozuk olan babamla ilgileniyordum. Onun kendini işine feda ettiğini fark ettim o arada. Annem olsun, Can olsun, ben olayım hiç ‘Bu iş bitti. elimizdekini satıp savıp ev alalım, sosyal hayatımızı bir düzene sokalım’ demedik. Babamdan bir bayrak devralmıştık ve onun mücadelesini verecektik.

Kolay bir süreç olmamış anladığım kadarıyla.
Hiç kolay olmadı. Özel teşebbüse sempati yoktu bir kere. İş adamına ‘patron’ denir ve devletin parası ile besleniyor gözüyle bakılırdı. Babam askerden sonra hukuk okumuş. Hep ayakta kalmanın mücadelesini verdi. Ama hep endişeliydi. ‘Bir gün kapatırlar’ korkusu vardı içinde. Yaptığı yatırımları dikkatli yaptı. Onun vefatından sonra biz de aynı yoldan yürüdük.

Siz de endişeliydiniz yani?
Tabii. Bilhassa kamu kurumunda çalışanlar, gelip gidip ‘kapatın’ dediler. Size hisse veririz falan. Biz ‘hayır’ dedik. 1984 yılında, babamın vefatından 1.5 sene sonra hakikaten Ulaştırma Bakanlığı Yer Hizmetleri Yönetmeliği’ni değiştirdi ve ‘Bu alanda sadece devlet hizmet verebilir’ dedi. İlginçtir bu Özal Dönemi’nde oldu. Bürokrasi kolay değişmiyor.

Aile.. önemli bir kavram.
Aynen öyle. Biz birbirimizi tanırız. Ailecek gidip gelmelerimiz vardır. Hastalığımızı, sağlığımızı... Sıkıntılarımızı konuşur, çaresine bakarız. Zaman zaman çok büyük maddi sıkıntılar da çekildi. Her şeyimiz ipotekliydi. Kriz biraz daha devam etse, şirket kapanabilirdi. Fakat, şirket kapandığı gün çalışanlarımız ve biz farklı durumda olmayacaktık. Onlar işsiz, biz parasız kalacaktık; hem de tek kuruşumuz olmayacaktı. O ruh ve inanç bizi dayanışmaya sevk etti. 

Hepsi bu mu?
Çok enteresan bir şey daha var. Ben üniversiteye adım attığımda bir şeyin farkına vardım. İş hayatı bana cazip gelmiyordu. Okuyayım istiyordum. Hep okuyayım. Dolayısıyla, ‘işi profesyonellere teslim edip kendi ideallerimi gerçekleştireyim’ diye düşünüyordum o sıralar. 35 yaşına gelince böyle bir şeyin olamayacağına kanaat getirdim ve işime sımsıkı sarıldım. Şartlar insanı anında karar vermeye zorluyor. İşin içinde değilseniz, nasıl isabetli karar vereceksiniz? Hasılı, işimizle yapışık yaşıyoruz şimdi.

Sizin kaçma düşünceniz, şirkete profesyonelleşmeyi getirmiş anlayabildiğim kadarıyla....
Aynen öyle. Can bir rahatsızlık geçirdi ve iki sene tekerlekli sandalyeye bağımlı kaldı. İlk defa o zaman ‘Özel hayatımıza vakit ayırmalıyız’ demeye başladı. Bu ara çocuklar oldu tabii. Onlara da vakit ayırmamız gerekiyordu. Profesyonel kadromuz olmalıydı ki, kendimize vakit ayırma imkanımız olsun.

Türkiye

Bir başarı öyküsü

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000